Mahremiyet mi, ne alaka?
WhatsApp kilitlendiğinde hayat sekteye uğruyor mu? Yola
çıkmadan İBB App’inden trafiğe bakıyor musunuz? Hafta sonunuzu planlarken hava
durumu App’ine giriyor musunuz? Nike Running olmadan koşamıyor musunuz?
Diz çökün ve biat edin: App Kuşağı’nın askerleriyiz.
Harvard’lı Howard Gardner ve Katie Davis, 7 yıllık geniş
katılımlı bir araştırmanın sonuçlarını App Kuşağı kitabına taşımışlar. Howard Gardner
50’li yaşların sonlarında; Katie 30’larında, Katie’nin kardeşi Molly ise
teenager. Yani Gardner muhtemelen Facebook bildirimlerini nasıl kapatacağını bile
ağır aksak öğrenirken Katie bu detayları istediği gibi yönetebiliyor, Molly ise
Facebook’tan önceki hayatı bile bilmiyor. Kitabın App’leri ve sosyal medyayı bu
3 kuşağın bakış açılarıyla ele alması çok güzel.
Ama ben yavaşça kitabın sınırlarından çıkıp (kendiniz alıp
okuyun diye), kitaptan seçtiğim 3 konuda seke seke ilerlemek istiyorum:
Başlıyoruz: Ben senin
kocişkona “kocişko” diye
hitap etmene katlanmak zorunda mıyım? Evet,
ne var ki bunda?
Gençlerin çevrimiçi (online) ve çevrimdışı (offline) hayatlarında paralellik olabilir, ama bu 7 yıllık araştırmanın sonucu olarak, App Kuşağı kitabımız diyor ki, gençler verecekleri detaylara ve kesitlere karar vererek kendilerini sunmak için stratejik şekilde ilerliyorlar. Kitaptaki teenage’imiz Molly ise bu durumdan rahatsız: Facebook’taki ardı arkası gelmeyen pohpohlayıcı fotoğrafları, heyecanlı tatil fotoğraflarını itici ve yapay buluyor. “İnsanlar Facebook’ta fiilen yaşamaktan çok kendilerini yaşıyormuş gibi göstermeye uğraşıyorlar.” diyerek de hepimizin sesi oluyor.
Gençlerin çevrimiçi (online) ve çevrimdışı (offline) hayatlarında paralellik olabilir, ama bu 7 yıllık araştırmanın sonucu olarak, App Kuşağı kitabımız diyor ki, gençler verecekleri detaylara ve kesitlere karar vererek kendilerini sunmak için stratejik şekilde ilerliyorlar. Kitaptaki teenage’imiz Molly ise bu durumdan rahatsız: Facebook’taki ardı arkası gelmeyen pohpohlayıcı fotoğrafları, heyecanlı tatil fotoğraflarını itici ve yapay buluyor. “İnsanlar Facebook’ta fiilen yaşamaktan çok kendilerini yaşıyormuş gibi göstermeye uğraşıyorlar.” diyerek de hepimizin sesi oluyor.
Facebook'taki yapaylıklara karşı genel duruşum :) |
Dolayısıyla, siz ofiste sadece selamlaştığınız çocuğun (Facebook’unuzda ne işi varsa?) kız arkadaşıyla deniz kenarında özenle Instagramlanmış
ayaklarına, ya da fi tarihinden beri görüşmediğiniz lise arkadaşınızın
kocişkosuna yaptığı salatanın üzerindeki krutonlara maruz kalabiliyorsunuz.
Güzel anılar, özel dakikalar fakat bize
ne?
Görünüşe göre pek de “bize ne” değil, çünkü o çocuk tatilden
yarın dönecek ve eşek gibi kurumsal hayatın kölesi olmaya devam edecek,
ya da diğer kızcağız da akşam kocişkoyla feci bir kavgaya tutuşacak (bu daha
çok ilgi çekerdi); ama bu özel anları biz Facebook’ta göremeyeceğiz. Ve ister
istemez herkesin hep mutlu olması bizi de kıskançlıkla imrenme arası bir
noktada, daha fazla rakı-balık keyfi görüntüsü paylaşmaya itecek.
Bu bir döngü. Ya sev
ya terket. Kimse bizi Facebook hesabı açacaksın diye zorlamıyor. Ah bir de şu
“var olmama” hissinin soğukluğu olmasaydı…
Devam ediyoruz: App’ten
de sanat mı olurmuş canım? Kolaysa o resmi gerçek tuvalde yap.
Değil mi? Mesela şu meşhur App: Paperby 53. Çok marifetli olsaydık, app’teki yalancı fırçalarımızla sınırlı
renklerdeki boyaları karıştırıp ustalıklı gölgelendirmelerle muazzam resimler
yapmayı bırakıp, alırdık elimize paleti fırçayı, geçerdik tuvalin karşısına. O
zaman anlaşılırdı kim daha yetenekli, daha BobRoss. Öyle değil mi?
Hayır
değil.
Sabah 9 akşam 6 çalışıp eve saat 20:00’de varan herhangi bir
çalışan olarak, evde yemek-bulaşık-aile vs gibi bir sürü işimiz varsa, o
tuvalin başına biraz zor geçeriz. O zaman da içimizdeki bu hevesi ya da
yeteneği, bulabildiğimiz zaman kırıntılarında küçük küçük güzel resimler
yaparak değerlendirebiliriz. Pek de güzel olur. Oluyor işte.
Bu sadece çok basit bir örnekti. Şimdi siz biraz gözleyin,
biraz düşünün bakalım:
Sizce App’ler yeteneği mi köreltiyor yoksa hayal gücünü mü genişletiyor?
Sizce App’ler yeteneği mi köreltiyor yoksa hayal gücünü mü genişletiyor?
Bitiriyoruz: Türk’ün
aklı tuvalette çalışır. Bir dakika durun, tam olarak öyle demek istemedim!
Aslında şunu kastediyordum:
Albert Einstein bir gün üniversitedeki arkadaşına "Neden en iyi fikirler aklıma sabahları tıraş olurken geliyor" diye sorar. Arkadaşı da şöyle cevap verir:
"Alışılmadık yeni fikirlerin ortaya çıkması için zihnin bilinçli gerginliğinin gevşemesi gerekir. İnsan rutin bir iş yaparken, dinlenirken veya yolda yürürken, bu iç kontrollerin freni ortadan kalkar ve yaratıcı fikirler ortaya çıkar."
Aslında şunu kastediyordum:
Albert Einstein bir gün üniversitedeki arkadaşına "Neden en iyi fikirler aklıma sabahları tıraş olurken geliyor" diye sorar. Arkadaşı da şöyle cevap verir:
"Alışılmadık yeni fikirlerin ortaya çıkması için zihnin bilinçli gerginliğinin gevşemesi gerekir. İnsan rutin bir iş yaparken, dinlenirken veya yolda yürürken, bu iç kontrollerin freni ortadan kalkar ve yaratıcı fikirler ortaya çıkar."
Bakın kitabımız ne diyor: “…İlgi kopmalarının bazen “buldum anı” yakalayabilmek için, yaratıcı
süreç açısından yararlı olduğunu belirtmekte yarar var. Görevden uzaklaşıp
kendine zaman ayırmak bireylere yeni perspektif kazanma, tıkanmalardan kaçınma
olanağı verir… Aynı zamanda bu küçük molaların kişinin kendisi tarafından karar
verilmiş olması gerekir…”
Günümüzde bu hiç zor değil. İşyerinde dikkatin mi dağıldı,
hop aç özgür iradenle Youtube’dan bir video, Instagram’dan birkaç fotoğraf, Twitter’dan birkaç
trending topic, kısa bir molayla kafa dağıt.
Değil mi?
Hayır, değil.
Odaklanmış çalışırken Whatsapp’ten gelen bibipler,
e-mail vızıltıları, Facebook bildirimleri maalesef bizde tam
ters etki yaratıyor ve bizi strese sokuyor.
Hadi bakalım yine top sizde. Sizce App’ler bize sağladığı kısa mola fırsatlarıyla bizlere aydınlanma
anları mı yaşatacak, yoksa stresimizi artırarak dakika başı gereksiz yere elimize
telefonu almamıza ve işlere odaklanamamamıza mı neden olacak?
App Kuşağı, Optimist Yayınları’ndan.
İyi pazarlar.
Irmak